17 Eylül 2009 Perşembe

İlluminati


 

1776 yılında Almanya'nın Münih kentinde, Adam Weishaupt isimli Kabbalacı bir Hukuk Profesörü ve Baron von Knigge ile diğerlerinin yardımıyla kurulan gizli topluluk. Illuminati, "Aydınlanmış Olanlar" anlamına gelmektedir. Topluluğun kuruluş amacı cehaletle, baskıcılıkla ve kilisenin dogmalarıyla mücadele etmekti. Her ne kadar asıl amaç, aydınlanarak dinsel dogmalardan uzak, hür düşünceyi ve Newtoncu pozitif bilimin önünü açmak idiyse de, gizli siyasi amaçları olduğu öne sürülerek dünya siyaset tarihinin belki de zaman içerisinde üzerine en fazla komplo teorisi üretilmiş topluluğu halini almıştır.

Münih'te kurulup, o yörede (Bavyera) hızla gelişen İlluminati'nin üye kayıtları büyük bir gizlilik içinde saklanıyordu. Öyle ki, üyelerin her birinin takma isimleri vardı ve yazışmalarda bunlar kullanılır, üyelerin gerçek isimleri ve kimlikleri asla kullanılmazdı. Örneğin, topluluğun kurucusu Adam Weishaupt'un kod adı Spartacus idi. Illuminati üyeleriyle ilgili bilinen tek şey, tüm üyelerinin Cermen kökenli beyazlardan oluştuğudur.

Kilisenin düşünce tarzına ve dayatmalarına büyük bir antipati besleyen Galileo Galilei, bir topluluk kurarak bu dogmalarla mücadele etmek ve parlak gençleri ve aşırı derecede zeki insanları bünyesinde toplayarak onlara özgürlüğün, hür düşüncenin ve aydınlanmanın faziletlerini aşılamak istiyordu. 1774 yılında Mason olan Weishaupt, bu emellerinin Masonluk içerisinde var olduğunu görse de, Masonluğun emellerinin ve felsefesinin siyasetler üzeri olması itibariyle ve Almanya'daki kilise/cizvit egemenliğini sona erdirmek istemesinden ötürü, bu doğrultuda bir topluluk kurmaya karar verdi ve kendisi gibi düşünen 11 arkadaşıyla beraber 1776 yılında İlluminati'yi kurdu. Vatikan'a bağlılığıyla bilinen Bernini de bir Illuminati üyesiydi. Aydınlanma yolunu o hazırlamıştı. Aydınlanma yolu 4 kiliseden geçip melekler kalesine varmaktaydı.

Illuminati topluluğu, tıpkı Masonluk gibi (çırak-kalfa-usta) ve benzer anlamları olan, üç derecede çalışırdı.


1- Çırak
2- Minerval
3- Illumine (Aydınlanmış) Minerval

Başkan ise Areopagites ünvanı ile anılıyordu.

12 kişi ile kurulan İlluminati topluluğu, gelişmelerini Mason Localarından kendilerine uygun üyeler kazanarak sağlamaya çalışmışlar, ilk sene sonunda 80 üyeye çıkmışlardır. Daha önceden bir Mason olan Baron Adolf von Knigge'nin katılımı ile ciddi bir ivme kazanmış,Baron'un kazandırdığı seçkin üyeler ile ciddi bir yükselişe geçmişlerdi. Baron ayrıca, Masonluğun şövalye dereceleriden etkilenerek hazırlanmış bir de Illuminatus Dirigens adlı bir ek derece daha oluşturmuştu. Baron'un bu kadar öne çıkması, Weishaupt'un pek hoşuna gitmemiş ve anlaşmazlık, Baron'un kısa süre sonra topluluktan ayrılmasıyla sonlanmıştı.

22 Haziran 1784'te tüm Bavyera'da Masonluk ile birlikte İlluminati de, gizli siyasi amaçları olduğu öne sürülerek yasaklanmıştı. Masonluğun, tarih boyunca kendisine yönelen tüm baskı ve yasaklamaların altından hiçbir zarar almadan çıkması gibi yine zararsız çıktığı bu süre Illuminati'ye pek yaramamış ve büyük ölçüde gücünü ve varlığını yitirmişti.

19. yüzyılın başlarında ünlü Alman filozof Hegel'in katılımıyla canlanan ve eski parlak günlerine dönen İlluminati, bu yıllarda, üyesi olan Hegel'in tez-antitez kuramlarıyla Yeni Dünya Düzeni düşüncesinin geliştiği bir topluluk haline gelmişti. Dünya üzerindeki çeşitli toplulukları etkileyen bu düşüncenin mirasçıları bugün halen çalışmalarını sürdürüyor.

15 Eylül 2009 Salı

Hayaletlerde Ölüyormuş Demek ki


Amerikalı oyuncu Patrick Swayze 57 yaşında hayatını kaybetti. 1952'de Houston'da doğan Swayze, annesi koreograf, dansçı ve dans öğretmeni Patricia Yvonne Helen'ın okulunda dans eğitimi aldı. Greace müzikalinin Broadway versiyonunda rol alan Swayze, 1983'deki "The Outsiders" (Dışlanmışlar) filmiyle tanınmaya başladı. 1985'deki "North and South" (Kuzey ve Güney) dizisinde ise ilk büyük başarısını yakaladı.

1987'deki "Dirty Dancing" (İlk Dans, İlk Aşk) filmindeki dans öğretmeni "Johnny Castle" rolü ile üne kavuştu. Swayze, filmdeki rolüyle "Altın Küre" adaylığını kazandı. Film müziği "She's Like the Wind" şarkısını seslendirdi. Şarkı da listelerde birinciliğe oturdu.

En önemli filmi 1990'deki Demi Moore ve Whoopi Goldberg ile oynadığı "Ghost" (Hayalet) oldu. 1991'de Keanu Reeves ile macera filmi "Point Break"de (Kırılma Noktası) oynadı ve People dergisi tarafından yılın en seksi erkeği seçildi.

1996'de "Letters from a Killer" (Bir Katilden Mektuplar) filmini çekerken attan düştü. İki ayağı kırıldı ve omzundaki dört tendon koptu. Filme iki ay ara verildi, film 1999'ta sinemalarda izlenebildi.

Sakatlığı nedeniyle beyaz perdeden uzak kalsa da 2000'de Billy Bob Thornton ve Charlize Theron ile "Waking Up in Reno" (Çarpık İlişkiler) ve Melanie Griffith ile oynadığı "Forever Lulu"da (Daima Lulu) beğeni topladı.

Aynı yıl kendi kullandığı küçük uçakla kaza geçirdi. Uçak acil iniş yaptı, oyuncu yara almadı.
Sonraki çalışmaları 2001'deki Donnie Darko, 2004'te "King Solomon's Mines", 2007'de "Christmas in Wonderland", 2008'de "Powder Blue" oldu. 2004'deki "Dirty Dancing 2" ise ilkinin başarısını yakalayamadı.

1975'den bu yana Lisa Niemi ile evli olan Patrick Swayze Mart 2008'de pankreas kanserine yakalandığını açıkladı.

Ocak 2009'da kanserin az da olsa karaciğerine sıçradığını duyuran Swayze, Ocak 2009'da kemoterapinin yan etkisi olan zatürreye yakalandı. 16 Ocak'ta taburcu oldu. Nisan 2009'da doktorlar hastalığın tamamen karaciğerine sıçradığını açıkladı. 


A.A. 

12 Eylül 2009 Cumartesi

12 Eylül 2009 Galatasay-Beşiktaş Derbisi Önce Değerlendirmeler

Bugün 21.00 itibariyle oynanacak derbi öncesinde atıp tutalım,ahkam keselim biraz. İşimiz ne ki,yazıp içimizi dökmek..

Sezona flaş transflerler ve flaş bir futbolla başlayan Galatasaray izliyoruz bu sene. Kazak temsilcisi ile yapılan maçı göz önüne almazsak sürekli gol arayan,hücumda rakibini adeta ezen,çeşitli varyasyonları deneyen diri bir Galatasaray var. Defansta var olan şüphelerimi ise Uğur Uçar'ın form kazanması ve Caner Erkin transferleriyle erittiler. Geçen yılın bütün eksik yönlerini silip tertemiz bir sayfa açmış gibi gözüküyor sarı-kırmızılı temsilci.Büyük hoca,büyük transferler,camia içinde oluşan hava ve diğer dinamikler bana UEFA ve Süper Kupa'yı kazanan takımı hatırlatıyor.
 
Galatasaray'ın dezavantajı olarak söyleyebileceklerim ise maça açık ara favori olarak çıkmaları,milli takıma giden oyuncuların form durumu ve aşırı motivasyon.

Gelelim Kara Kartallar'a... Kötü bir sezon başlangıcı,puan kayıpları,çok tartışılacak Rodrigo Tabata transferi,patlama yapması beklenen Nihat,yavaş yavaş Fatih Terim demeçleri vermeye başladığı görülen Mustafa Denizli,yönetim içinde yıllardır sürüp giden kaos. Ki özellikle dikkat çekmek istediğim etken bu. Türkiye'nin en köklü kulüplerinden biri olan Beşiktaş'ta kritik derbi öncesinde başkanlığa aday olma tiyatrosu yaşanıyor.Bütün sene durdunuz,şimdi mi aklınıza geldi Murat Aksu,derbi öncesinde başkan adayı olacağını sağa sola açıklamak ? Madem takımı,camiayı bu kadar çok seviyordunuz, neden bu tür hareketlerle takımın dengesini bozuyorsunuz ?

Beşiktaş'a derbide pek şans verilmese de her zaman tehlike yaratacak potansiyele sahip olduklarını hepimiz biliyoruz.Gününde bir Tello,Ernst ve Bobo üçlüsü ortalığı darma duma edip maçın kalitesini ve seyir zevkini tavan dediğimiz noktaya getirebilir.

Kaliteli bir kadroya sahip Beşiktaş, her zaman bizim takımda da olsun dediğim bir çok oyuncusu var. Aslında yapmaları gereken şey kolay.Çok çok kuvvetli bir savunması olmayan Galatasaray üzerine baskı kurup,oyunu rakip yarı alana yıkmak.Eğer durum böyle giderse Beşiktaş kesinlikle gol bulur fakat geriye yaslanıp oyunu kendi yarı alanlarında kabullenirlerse işleri epey bir zor.

Kısaca formda bir Galatasaray ve sorunlu bir Beşiktaş. Fakat adı üstünde,derbi..Ne istatistik tanır,ne form ne de saha.

                                                                                                      

12 Eylül 1980...


Yüce Türk Milleti; 

Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bu bütün olan, Türkiye Cumhuriyeti devleti, son yıllarda, izlediğiniz gibi dış ve iç düşmanların tahriki ile, varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içindedir. 

Devlet, başlıca organlarıyla işlemez duruma getirilmiş, anayasal kuruluşlar tezat veya suskunluğa bürünmüş, siyasi partiler kısır çekişmeler ve uzlaşmaz tutumlarıyla devleti kurtaracak birlik ve beraberliği sağlayamamışlar ve lüzumlu tedbirleri almamışlardır. Böylece yıkıcı ve bölücü mihraklar faaliyetlerini alabildiğine arttırmışlar ve vatandaşların can ve mal güvenliği tehlikeye düşürülmüştür. 

Atatürkçülük yerine irticai ve diğer sapık ideolojik fikirler üretilerek, sistemli bir şekilde ve haince, ilkokullardan üniversitelere kadar eğitim kuruluşları, idare sistemi, yargı organları, iç güvenlik teşkilatı, işçi kuruluşları, siyasi partiler ve nihayet yurdumuzun en masum köşelerindeki yurttaşlarımız dahi saldırı ve baskı altında tutularak bölünme ve iç harbin eşiğine getirilmişlerdir. ısaca devlet güçsüz bırakılmış ve acze düşürülmüştür. 

Aziz Türk Milleti: 

İşte bu ortam içinde türk silahlı kuvvetleri, iç hizmet kanununun verdiği Türkiye Cumhuriyeti'ni kollama ve koruma görevini yüce türk milleti adına emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur. 

Girişilen harekatın amacı, ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri ortadan kaldırmaktır.

Parlamento ve hükümet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır.

Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir.

Yurt dışına çıkışlar yasaklanmıştır.

Vatandaşların can ve mal güvenliğini süratle sağlamak bakımından saat 05’den itibaren ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulmuştur.

Bu kollama ve koruma harekatı hakkında teferruatlı açıklama bugün saat 13.00’deki Türkiye radyoları ve televizyonun haber bülteninde tarafımdan yapılacaktır. Vatandaşların sükunet içinde radyo ve televizyonları başında yayınlanacak bildirileri izlemelerini ve bunlara tam uymalarını ve bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetlerine güvenmelerini beklerim.

                                                             Genelkurmay Başkanı
                                                                    Kenan Evren

Hepimiz tahmin ediyoruz umarım tarihten ve bundan 29 yıl önce yapılan bu açıklamadan konunun nereye gideceğini. Malum Türk demokrasi tarihinin en kanlı darbesi ve en usulsuz yargılamalarının yapıldığı devrimi. Efendim 17 yaşında asılan çoçuklarmı dersiniz. Hala günümüze kadar gelen insanın elini kolunu bağlayan ve tüm düşünce özgürlüklerini elinden alan Anayasamı dersiniz.  Hepsi ve daha fazlası işte bu açıklamanın ardından başımıza geldi.

Emir komuta zincirine bağlı olarak yapılan ve kaybolan devlet otoritesini geri getirmek bahanesi ile sözde Atatürkçü düşünceler çerçevesinde yapılan fakat sözü edilen o Atatürkçu düşünceleri devrim boyunca haklın sezemediği bir devrimdir bu (Bize tanıtılan Atatürk 17 yaşında çocuk öldurmez!).

Ve bu devrim sonunda öyle bir anayasa hazıranıyorki (1982 Anayasası hala kullanılmaktadır) sanmıyorum gelişmiş ve cumhuriyet ile yönetilen hiçbir devlette olsun. Cumhuriyet ile yönetilen toplumlarda nasıl bir oylama vardır herkes hür iradesini kullanarak ve kimsenin etkisi altında kalmadan kendi çıkarları doğrultusunda en uygun seçimi yapar ve oyunu kullanır. Ama bu anayasa halk referandumununa sunulurken öyle bir olay yok. Dedik ya cumhuriyet ile yönetilen hiçbir medeni toplumda göremeyiz diye. Adamlar seffaf zarf yapmıs!  Zaten halk korkmuş askere sesini çıkartamıyor ben sol görüşlüyüm diyemiyor. Aleviyim diyemiyor, öyleyim böyleyim diyemiyor. Tabiki herkes basıyor beyaz rengi. Günlerce gazetelerde ve televizyonlarda mavi renkle (mavi renk hayır anlamına geliyordu referandumda ve o şeffaf zarflarda rahatlıkla seçilebiliyordu.) ilgili sansürler uygulanıyor ve tabiki sonuç % 92 Evet. Şaşılıcak bir sonuç deyil herkes kendi canını ve malını düşünüyor.

Efendim birde Erdal Eren olayı varkı onuda bu şiir ile anlatayım;

Ben hep on yedi yaşındayım…
Demir kapının her açılışında, her ayak sesinde,
İçime sığmaz yüreğim…
Her türlüsünü yaşadım acının ve ızdırabın,
Yalnız seni özlerken kendimi yenemedim
Çünkü senden gayrısı haram…
Şu metrisin önü bir uzun alan,
Yalnız seni sevdim, gerisi yalan…
Cigara çekmedi canım hiç, çıkarken havalandırmaya,
Olmadı avluda atılmış voltam hiç,
Hele masmavi bir denize atılmış voltam hiç… 
Hiç mi hiç…
İçeride bıraktım dünyayı parmaklıklarla bölünmüş olarak…
Görmeye alışık gözleri ve senin için yazdığım şiirleri, 
Sözleri, sana olan aşkımı…
Defterlere değil metrisin duvarlarına yazdım,
Uykusuz geçen gecelerde akıllara zarar…
Kıramazdı beni duruşmalarda kırılan kalem,
Senin görüşlere gelmeyişin kadar…
Şu metrisin önü bir uzun alan,
Bir tek seni sevdim, gerisi yalan…
Parmaklıkların elime bulaşan pası,
Havalandırmadan gelen helâ kokusu…
Işıksız ve ufuksuz hücremde, gözlerim kuvvet kaybındaydı…
Bir şişin ucundaydı ölümün kokusu ve özgürlük kravatlıların avucundaydı…
Bir kazaydı gelişin ya seni sevişim…?
O Bir Masaldı…
On yedi yıl, on beş gece bir ranzaydı yattığım…

Ve isterseniz birde Erdal idam edilmeden 16 saat önce onu ziyarete gelen Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a bırakalım sözu onlar anlatsın Erdalın sözlerini  "Avukatımla görüştürülmüyorum, 18 yaşımın altındayım idam edilmek isteniyorum, yaşımın 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebmim kabul edilmedi, vurduğum söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açmama  rağmen otopside yakın atışla öldüğü kanıtlandı, beni ibret olsun diye asacaklarını söylüyorlar. Ölümden korkmuyorum"

Evet o sadece 17 yaşındaydı fazla söze gerek yok.

İşte bize bugün sıradan gelen bu tarih arkasında neler saklıyormuş deyilmi. Kan, gözyaşı. Belki 12 Eylül 2009'da gülebiliyoruz fakat 29 yıl önce karartılar aydınlığımızı, bu gülüşlerimiz ne ki ? 
Sahte deyilmi? Sizde biliyorsunuz. 29 yıl önce bugün bizlere bir yarının olmadığını öğrettiler. "Onlara" sadece bunun için teşekkur ediyorum. Geri kalanınızı buradan lanetliyorum... 

Teşekkurler....


11 Eylül 2009 Cuma

Beşiktaş-Manchester Utd Maçına Biletiniz Hazır

NTV Spor Radyo beklenildiği gibi test yayınını bitirdi. 14 Eylül günü yayın hayatına büyük bir sürprizle başlıyor.

NTV Spor Radyo 87.7, futbolseverleri Beşiktaş-Manchester United maçına götürüyor.

Pazartesi ve Salı günleri ( eğer radyoyu dinlediysek ) 09:10'da (212)335 43 21 nolu telefonu arıyoruz. 5'te 5 yapan 10 kişi Kırmızı Şeytanlar'ı İnönü'nün büyülü atmosferinde izleme şansını yakalıyor.

Şu günlerde koltuklarında oturup göbek yapan abilerin futbol yorumlarını tarihe gömen,tabularını yıkan NTV Spor ekibi yine bir güzellikle karşımızda.. Sevin,dinleyin,takip edin..

10 Eylül 2009 Perşembe

14 Yıl Önce Birileri Bir Söz Vermişti.


Trakya Bölgesi ve İstanbul'da yoğun bir şekilde etkili olan yağışlar en çok İkitelli'yi vurdu. Yaşanan sel felaketi İkitelli için bir ilk değildi. Bundan 14 yıl önce yaşanan felakette o dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından verilmiş bir söz eğer tutulsaydı tüm bunlar yaşanmayacaktı.

İkitelli bölgesinde dün yaşanan sel felaketinin bir benzeri 1995'te de yaşandı. Yine Ayamama Deresi taştı, birçok işyeri ve araç sular altında kaldı. Selin faturası da 30 milyon dolar oldu. Aradan 14 yıl geçti. O günden bu yana hiçibr tedbir alınmayınca değişen sadece felaketin boyutu oldu. Hem can kaybı arttı hem de hasar gören fabrika ve su altında kalan araç sayısı arttı. 24 kişi hayatını kaybetti, 8 kişi de kayıp. Bölgede evler, işyerleri ve araçlar su altında kaldı. Felaketin maddi boyutu ise 100 milyon doların üzerinde.


14 yılda hiçbirşey değişmedi

Milliyet'ten alınan habere göre, İkitelli bölgesi sel baskınlarına yabancı değil. 1995 yılında da büyük bir tehlike atlatan İkitelli'de yine aynı derenin taşması nedeniyle birçok işyeri ve araç sular altında kalmıştı. 1995 yılında yaşanan selin faturası ise 25-30 milyon dolar civarındaydı. O dönem Basın ekspres yolunda bulunan Sabah Gazetesi tesislerinin depoları suyla dolmuştu. Dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'dı. Erdoğan, Ayamama Deresi'nin ıslahı başta olmak üzere kalıcı tedbirler alınacağını açıklamıştı. Ayamama Deresi, o tarihten sonra birkaç kez daha taşarak mağduriyete neden oldu. O günden bu yana hiçbir tedbir alınmayınca değişen sadece falaketin boyutu oldu. Hem can kaybı arttı, hem de hasar gören fabrika ve su altında kalan araç sayısı.

                                                                                                                  

9 Eylül 2009 Çarşamba

Bugün 9 Eylül ! " Ordular ilk hedefiniz Akdenizz!"



. -

Vatan toprakları karış karış düşmanlara satılmış, vatanı kurtarmak isteyen ordu vatan hainleri tarafından silahsızlandırılmış, halk perişan, aç, tarikatlar ülke yönetimini ele geçirmek istiyor, dışarıda düşmanların ağızından salyaları akıyor, ülkeyi bölmek isteyenler bugünki gibi hazırolda bekliyor ve tüm bu olumsuzlukların üzerinden masmavi gözlü ve sapsarı saçlı bir güneş doğuyor bugünki devleti satanlar adından, ideolojisinden hala korkarken o günkü duşmanların durumu zaten malum ve o meşhur emri ordularına veriyor; "ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ!" ve düşmanlarına göre oldukca kısıtlı imkanları olan ama savaşmak için değil ölmek için İzmire yürüyen ordularımız duşmanı denize döküyor ve bir zaferin ilk adımlarını atıyor. 


O günkü vaziyetle bugunkü vaziyet arasında pek fark yok aslında. Atamız o zaman görmüş olacak ki bu günkü vaziyeti biz gençler için çok önemli bir söz söylemiş. " Cumhuriyeti biz kurduk, sizler yaşatacaksınız."


8 Eylül 2009 Salı

İstanbul’daki bir İlk Yap işlet Devret Metro Serüveni


İlk metro 126 yılönce açılmıştı 17 Ocak 1875′te Tünel’in hizmete girmesiyle İstanbul, Londra’dan sonra dünyanın ikinci metrosuna sahip olma özelliğini kazanmıştı. Karaköy-Beyoğlu arasında çalışan Tünel, bir İstanbullu için, trafik keşmekeşinden uzak, yapılabilecek en kısa ama en keyifli yolculuktu.

Tünel’in açılış töreni; tarih, 17 Ocak 1875



Günümüzde, 125 yıllık bir mazinin yükünü sırtında taşıyarak, karınca misali seferlerine aralıksız devam eden bizim küçük Tünel’imiz, artık bir megapol haline gelmiş İstanbul’da yaşayanların bir kısmı için, belki fazla bir anlam ifade etmemektedir. Ama gerek Osmanlı döneminde, gerekse de Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Tünel İstanbullular için vazgeçilmez bir ulaşım aracı idi.

Fransız mühendis İstanbul’a turistik gezi için gelmişti
Eugene-Henri Gavand adlı bir Fransız mühendis, 1867 yılında turistik bir gezi yapmak için İstanbul’a gelmişti. Gavand bu gezisi sırasında, İstanbul’un iki önemli merkezi olan Galata ile Beyoğlu arasında çok sayıda insanın gidip geldiğini gözlemledi.
Galata önemli bir mali ve ticari merkez idi. Beyoğlu ise, hareketli yaşantısıyla İstanbulluların vazgeçilmez eğlence ve alışveriş bölgesiydi. İnsanlar Galata’dan Beyoğlu’na çıkmak veya Beyoğlu’ndan Galata’ya inmek istediklerinde, bu iki merkezi birbirine bağlayan yol olan Yüksekkaldırım’dan geçmek zorundaydılar. Fakat Yüksekkaldırım, çok dik ve bakımsız olduğundan, buradan geçenleri hayli yormaktaydı.

Mühendis Eugene-Henri Gavand’ın kafasında canlanan proje
Gavand’ın belirlemelerine göre, bu iki hareketli merkez arasında, günde ortalama 40.000 kişi gidip gelmekteydi. Fakat Yüksekkaldırım bu yoğunluğu taşıyamamaktaydı. Her şeyden önce bu caddede, yüzde 24 gibi çok önemli sayılabilecek bir eğim mevcuttu. Caddenin genişliği ise ancak 6 metre idi. Hatta yer yer, 4 metreye düşmekteydi. Bu şartlarda, yaya yürümek çok güç ve yorucu olmaktaydı. Atla gidildiğinde ise, çekilen zorluk yanında, bir de düşme tehlikesini göze almak gerekmekteydi.
Bir mühendis olan Gavand, insanları bu yokuşu inip çıkmaktan kurtaracak bir yöntem düşündü. Gavand’ın bulduğu çözüm şöyleydi: Galata ile Beyoğlu arasında yapılacak asansör tipinde bir yeraltı demiryolu (Tünel) ile insanları ve eşyaları taşımak mümkün olabilecekti. Böylece halk için önemli bir kolaylık sağlanacağı gibi, Tünel, kayda değer bir kazanç kaynağı da olacaktı.

Gavand Osmanlı hükümetine baş vuruyor.
Yap-işlet-devret modeli
Gavand bu düşüncesini hayata geçirmek amacıyla, Osmanlı hükümetine başvuruda bulundu. Buna göre, Galata ile Beyoğlu arasında inşa edilecek ‘tünel’ aracılığıyla bu iki merkez arasında, doğrudan bağlantı kurulacaktı. Tünelin içine demiryolu döşenecek ve sabit bir buharlı makinenin kablolar vasıtasıyla çekeceği vagonlar yolcu taşıyacaklardı. Tünelin Galata girişine yapılacak istasyon, Yenicami sokağında, Karaköy köprüsüne mümkün olduğu kadar yakın bir noktada bulunacaktı. Beyoğlu istasyonu ise Galata Mevlevihanesi karşısında, Teke kabristanı yanında yapılacaktı. Tünel, 42 yıllık bir işletme süresinden sonra devlete bırakılacaktı.
Gavand gerçekleştireceği bu proje için devletten hiçbir ödeme talep etmemekteydi. Yani tam anlamıyla bir yap-işlet-devret modeli uygulanmaktaydı.

Gavand’ın teklifi kabul ediliyor

Gavand’ın teklif ettiği bu proje, bu tür yatırımların değerlendirildiği Şura-yı Devlet Nafia Dairesi’nde müzakere edilmiş ve olumlu karar çıkması üzerine 10 Haziran 1869 tarihli fermanla kendisine imtiyaz verilmişti. Daha sonra da 6 Kasım 1869 tarihinde, Tünel’in inşasına ilişkin sözleşme ve şartname metinleri, Nafia Nazırı Davut Paşa ve imtiyaz sahibi Henri Gavand tarafından imzalanmıştı.
Sözleşme imzalandıktan sonra Henri Gavand, şirketini oluşturma çabalarına girişti. Fakat Fransa’dan yeterli maddi destek sağlayamayınca, bir İngiliz şirketi oluşturarak sermayeyi bu şekilde temin edebildi.
İngiliz şirketin Gavand’ı devreden çıkartmak istiyor
Sermaye temininden sonra Gavand, daha önce göstermelik olarak başlattığı kazı çalışmalarını hızlandırdı. Bu çalışmalar sırasında özellikle istimlaktan kaynaklanan birçok sıkıntı başgösterdi. Bütün bunların aşılmasıyla, 1874 yılı sonunda Tünel hizmete girecek konuma geldi. Öncelikle, Kasım ve Aralık aylarında deneme seferleri gerçekleştirildi. Bu arada İngiliz şirketi, Gavand’ı devreden çıkartarak Tünel’in tek hakimi konumuna geldi.

Şeyhülislam fetva verdi mi?

Burada, küçük bir parantez açarak, Tünel hakkında çok yaygınlaşmış bir yanılgıyı düzeltmenin faydalı olacağı kanaatindeyiz. Herhangi bir vesileyle Tünel’den söz eden birçok eserde, Şeyhülislâm’ın bu tür bir yeraltı arabasına insanların binmesini yasakladığından, bu yüzden Tünel’de uzun süre hayvanların taşınmak zorunda kalındığından söz edilmektedir. Halbuki açıldığı ilk günden itibaren İstanbullular Tünel’e rağbet gösterip binmeye başlamışlardır. Kanaatimizce, 1874 yılının Kasım ve Aralık aylarında gerçekleşen deneme seferleri sırasında hayvanların taşınmış olması, bu yanılgıya düşülmesine neden olmuştur. Tünele binilmesinin Şeyhülislâm’ın bir fetvası ile yasaklandığı iddiasına gelince; sözünü ettiğimiz dönemlerde, Şeyhülislâm’ın bu tür bayındırlıkla ilgili konulara müdahalesi söz konusu bile değildir.

Tünelin hizmete girişi

Tünelin açılış töreni, 17 Ocak 1875 tarihinde yapıldı. Tören öğle vakti başlayacağı halde, bundan çok daha önceki saatlerde, Galata ve Beyoğlu’nda büyük bir kalabalık birikmişti.
İnsanlar bir yandan törenin başlamasını beklerken, diğer yandan arabalarıyla veya yaya olarak tören yerine gelen üst düzey davetlileri seyrediyorlardı. Kış mevsiminde olunmasına rağmen, hava oldukça güzeldi. Bu arada, seyirciler arasında çok sayıda Türk kadınının bulunması da dikkati çekiyordu. Beyoğlu istasyonunun içi ve dışı fevkalade güzel bir şekilde süslenmişti. Orkestra müzik çalıyor, üniformalı görevliler telaşla sağa sola koşuşturuyor, makinelerin gürültüsü ise hepsini bastırıyordu.

Herkes oradaydı… Projenin yaratıcısı Gavand dışında

Törende, Osmanlı hükümetini temsilen birçok devlet adamı yer almıştı. Şirket adına İstanbul temsilcisi Baron de Foelekersahbm ile Genel Müdür William Albert hazır bulunuyorlardı. Bunların yanı sıra, yabancı elçilik mensupları, mali ve ticari alanda tanınmış şahsiyetler ve kalabalık bir halk topluluğu törene katılmıştı. Fakat önemli bir eksiklik olarak, Tünel projesini ortaya atan, sonra da yapımı adeta tek başına gerçekleştiren Gavand’ın yokluğu, hemen göze çarpmaktaydı. Anlaşıldığı kadarıyla, o ana kadar süren çabaların semeresini görecekken, şirket tarafından görevden uzaklaştırılması, Gavand’ı gücendirmişti.

Müzik eşliğinde başlayan ilk seferlerde hayvan ve eşya da taşınıyordu



Açılış töreni, vagonların davetlilerle dolu olduğu halde Beyoğlu’ndan Galata’ya gidip dönüşleriyle başladı. Bu sırada müzik onlara eşlik ediyordu. Vagonlar birinci ve ikinci mevki olarak düzenlenmiş ve ışıklandırılmıştı. Tren iki vagondan oluşuyordu. Ön vagonda hayvan, eşya ve arabalara tahsis edilmiş bir platform mevcuttu. Tünelin içine girince hafif bir serinlik kendini hissettiriyordu. Saat bire doğru Beyoğlu’nda davetlilere mükellef bir yemek verildi. Yemek sırasında bir konuşma yapan şirket müdürü William Albert, kadehini Sultan Abdülaziz’in sıhhatine kaldırdığını söyleyerek, Tünel’in İstanbul’da birbirleriyle kaynaşan doğulu ve batılı unsurlar arasındaki dostluğu pekiştirecek yeni bir bağ olacağını ifade etmişti.

İlk günlerin rakamları

18 Ocak 1875 tarihinden itibaren, Tünel işletmeye açılarak halkın hizmetine sunuldu. Tünel, açıldığı günden itibaren halkın ilgisini çekti. Bunun bir göstergesi, 18 Ocak’tan 31 Ocak’a kadar geçen 14 günlük süre içinde, Tünel’de 75 bin yolcunun seyahat etmiş olmasıdır. Yolcu sayısı zamanla daha da artacaktı: Şubat ayında 111.000, Nisan ayında ise 127.000 yolcu taşınmıştı. Mayıs ayında şirket, bilet fiyatlarında indirim yapınca, Haziran’da yolcu sayısı daha da artarak 225.000 kişiye yükselmişti.

Tünel kazaları



Tünel çalışmaya başladıktan yaklaşık yedi ay sonra, 25 Ağustos 1875 tarihinde, kayış kopmasından kaynaklanan bir kaza meydana gelmiştir. Bu kaza, makinistin frene zamanında basmasıyla kayıpsız atlatılmıştır. Vagonları çeken kayışın kopmasından kaynaklanan bu tür kazalara ileriki yıllarda birkaç defa daha rastlanmakta ise de, herhangi bir can kaybına yol açmadıkları görülmektedir.

Tünel’de ölümle sonuçlanan tek kaza



6 Temmuz 1943 tarihinde meydana gelmiştir. Yine kayış kopmasının neden olduğu bu kazada bir kontrol memuru hayatını kaybetmiş, birçok yolcu da yaralanmıştır. Bu sırada II.Dünya Savaşı devam ettiğinden, yurtdışından ithal edilen kayışların gelişi gecikmekteydi. Dolayısıyla mevcut kayışlar gereğinden uzun bir süre kullanılıyordu. İşte bu nedenle, taşıma kapasitesinin sonuna gelen kayış kopunca, trenin durdurulması mümkün olmamış ve vagonların büyük bir süratle Galata istasyonuna çarpmaları sonucu kaza meydana gelmişti.

Tünel’in teknik özellikleri

Tünel’in hizmete girmesiyle İstanbul, Londra’dan sonra dünyanın ikinci metrosuna sahip olma özelliğini kazanmıştı. Tünel’in boyu 555.80, çapı 6.70, yüksekliği ise 4.90 metredir. Tünelin içinden geçen demiryolunun uzunluğu ise 626 metredir. Demiryolu çift hat olarak yapılmıştır. Demiryolunun profili düz değildir. Galata tarafının başlangıcında oldukça hafif bir rampa vardır. Bunun nedeni, vagonların daha sonraki yokuşu aşabilmeleri için yeterli hızı kazanmalarını sağlamaktır.

Vagonları Beyoğlu’nda bulunan sabit buharlı makine hareket ettiriyordu

Trenler yol değiştirmeden sürekli olarak aynı hat üzerinde gidip gelmektedirler. Her tren, iki vagondan oluşmaktadır. Yassı kablolar tarafından çekilen vagonlar ayrı hatlarda gelip gittikleri için, çarpışma şeklinde bir kaza ihtimali hiç yoktur. Tünel için korkulabilecek tek kaza çeşidi, kablo kopmasıdır. Bunun için de çift fren sistemi tatbik edilmiştir. Vagonlar Beyoğlu’nda bulunan sabit buharlı makine tarafından harekete geçirilmektedir. Tünelin toplam maliyeti, 4.125.554 Fransız Frangı olmuştur.

Tünel İdaresi için Türkiye’de inşa edilen yeni vagonlar

Yokuş, tam 1,5 dakika…

Tünelin hizmete girmesi, İstanbul’un sosyal yaşamına yeni bir boyut katmıştı. Her şeyden önce insanlar, Yüksekkaldırım’ın yokuşunu çıkmaktan kurtulmuşlardı.
Büyük bir güçlükle inilip çıkılan bu yokuş artık 1,5 dakikada kolaylıkla aşıla bilmekteydi. Böylece yorgunluktan kurtulmanın yanı sıra, kışın kayma tehlikesi, yazın ise sıcaktan bunalma endişesi ortadan kalkmıştı. Tünel, İstanbullular için vazgeçilmez bir ulaşım kolaylığı sağlamış; Beyoğlu’nun eğlence hayatı, Tünel’in hizmete girmesiyle ayrı bir canlılık kazanmıştı.

Tünel millileşiyor

Tünel, İngiliz şirketi tarafından işletilirken 1911 yılında, Belçika kökenli olmakla beraber, çokuluslu bir yapıya sahip Sofina şirketi tarafından satın alınmıştı. Tünel işçileri 1920 Mayıs’ında, ücretlerinin arttırılmasını ve diğer bazı taleplerini kabul ettirebilmek amacıyla, tramvay işçileriyle beraber greve gitmişlerdi. Bu grev sonunda işveren, işçilerin taleplerini kabul etmişse de sözünü yerine getirmemişti. Bunun üzerine işçiler, Ocak 1921′de tekrar grev yapmışlardı. Fakat gerek Sofina şirketinin, gerekse İşgal Komutanlığı’nın katı tutumu, işçilerin haklarının verilmesine engel olmuştu. 1939 yılında, Nafıa Vekili Ali Çetinkaya’nın girişimleri sonucu, Tünel millileştirildi. Şirket temsilcisi H. Speciael ile varılan anlaşmaya göre Tünel, bütün tesisleriyle birlikte, Nafia Vekaleti’ne devredildi. Vekalet de gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra işletmeyi İstanbul belediyesi’ne terk etti.

Tünel’e 68 makyajı



Tünelin, modern teknolojinin gereklerine uyum sağlaması amacıyla, 1968 yılında yenilenmesine karar verildi. Fransız ‘Electro Entreprise’ firmasının üstlendiği yenileme çalışmaları nedeniyle, 25 Kasım 1968 ve 2 Kasım 1971 tarihleri arasında, Tünel kapalı kaldı. Yeni şekliyle Tünel’in madeni vagonları, lastik tekerlekler üzerinde hareket etmektedirler. Demiryolu tek hatta düşürülmüştür. Sadece ortadaki karşılaşma yerinde çift yol bulunmaktadır. Vagonlara Karaköy istasyonunda sağdan binilmekte, Beyoğlu’nda soldan inilmektedir. Vagonlarda bulunan makinist, güvenlik amacıyla görev yapmakta olup, Tünel’e kumanda etmemektedir. Trenlerin hareketi kumanda merkezinden sağlanmaktadır. Günümüzde Tünel, Karaköy-Beyoğlu arasında, sessiz sedasız gidip gelmeye devam etmektedir. Yenilenmiş haliyle oldukça modern bir görüntüye sahip bulunan Tünel’de, eskinin sarsıntı ve gürültüsü hissedilmeden rahatça seyahat edilebilmektedir. Bununla beraber,yolcu sayısı eskiye göre, artmış değildir. Son yıllardaki ortalama yolcu sayısı, yıllık 4-5 milyon kişi dolaylarındadır.

7 Eylül 2009 Pazartesi

Son Ada


Livaneli'den alegorik ve sarsıcı bir roman...

Darbeci bir başkan, emeklilik yıllarını geçirmek üzere, herkesin her şeyiyle hoşnut olduğu cennet bir adaya yerleşir. Başkan, ruhuna dek işlemiş olan yıkıcılık potansiyelini, geçmiş politik gücünden de yararlanarak kullanmaya kararlıdır. Bu doğrultuda tüm adayı etkileyecek müdahalelere girişir.

Önceleri sıradan görünen bu müdahaleler, sonunda düşmanı düşmana kırdırmaya dek varacaktır. Başta martılar olmak üzere, ada halkı dahil tüm canlılar Başkan'ın acımasızlığından payını alacaktır. Bu arada durdurulamaz görünen bu gidişe direnen bazı sesler de vardır.

Livaneli Son Ada'da, düşsel bir ülkede yaşanan aslında hepimizin aşina olduğu olayları alegorik bir anlatımla verirken, politik ve kişisel ihtiraslarla topluma ve doğaya müdahalelerin sonuçlarını da gözler önüne seriyor.

Bir solukda okunabilicek bir roman açıkcası. Kitapda anlatıcının halktan biri olması ve halk dilinde bütün olayları anlatmasıda romanı akıcı bir hale getirmiş. Şiddetle tavsiye edebileceğim bir Zülfü Livaeneli romanı.




Gökçek Ailesi,Ankara ve Futbol

Son günlerde spor medyasını çokça işgal eden durum, Ankaragücü ile Ankaraspor'un Gökçekler tarafından birleştirilmesi.

Zaman zaman futbolun kitleleri uyutmak için çok güzel bir araç olduğunu söylenip durulsa da aslen öyle değildir.Futbol, kitlelerin ciddi anlamda ilgilendiği bir spor dalıdır ve bu ilginin psikolojik, sosyolojik, tarihi, sosyo-ekonomik perspektiflerden farklı açıklamaları vardır. Athletic bilbao, Barcelona, Real Madrid, Livorno, Glasgow Rangers, Celtic gibi bir çırpıda sayılabilecek takımlara ilgi ve bu takımlara kitlelerin ilgisi bu kadar basit açıklanamaz. Ve en kötüsü bu açıklama Melih Gökçek gibi geçmişi bin türlü dalaverelerle dolu bir şahıs tarafından hiç yapılamaz.

Ankaragücü,Ankara'da futbola gönül vermiş kimseler için yaşam kaynağıdır,sevinçtir,umuttur.Şehirdeki havayı çoğu zaman bir önceki gün oynanmış maçın skoru belirler,şehir de Ankaragücü'ne ayak uydurur.Belki çok klasik olacak ama bu takım bu şehirde yaşayan insanlar için bir yaşam şeklidir.

Fakat şimdi ise para babası Gökçek yani Türkiye'nin en çok borcu olan belediyesinin başkanı, değerinin dört yüz milyon dolar olduğu iddia edilen Turkcell süper liginin şampiyonluğuna oynamak için, bir takımın başına oğlunu geçiriyor.Bununla kalmıyor elbet Gökçek ailesi nihai amaçlarına ulaşıp Ankaragücü'nü de ele geçiriyorlar.

Son olarak şunları söylemek istiyorum.Futbol ne şehir bazlı monopoly oyununa benzer,ne büyükşehir yönetip borç batağı içinde bırakmaya benzer. Son dakikada penaltı kaçırmış topçuya çevirir bu taraftar adamı..

6 Eylül 2009 Pazar

7 Eylül 2009 Türkiye-Litvanya Basketbol Karşılaşması

2009 Avrupa Şampiyonası D Grubu'nda Türkiye'nin ilk maçı 22.15te NTV'den canlı yayınlanacak.

Biraz da karşılaşma ötesi atıp tutalım,ahkam keselim nacizane...

Litvanya.. Bu ufacık Avrupa ülkesinin iddialı olduğu tek konu Basketbol.. Varları,yokları,her şeyleri basketbol. Çoğu turnuvada olduğu gibi bu turnuvada da ilk maçımız Litvanya ile olacak..Takım olarak çok formdalar fakat iki büyük eksikleri var. Guardları Sarunas Jasikevicius ve Ramunas Siskauskas bu maçta olmayacaklar hatta bütün turnuva boyunca yoklar. Bu durum bizim için büyük avantaj. Ama bence Litvanya her şartta favori.

Gelelim bizim takıma.. Hazırlık dönemini hiç iyi geçirmedik maalesef.Kerem Gönlüm'ün doping testlerinin pozitif çıkması ise takımda tam bir şok etkisi yarattı. İyi mi kötü mü tartışılır fakat Kaya Peker ve Mehmet Okur kadroda yok. Ersan İlyasova'ya büyük iş düşecek. Bogdan Tanjevic gibi bir faktörü de unutmamak lazım.Saçma oyuncu değişiklikleri inşallah bir daha olmaz.Takımdaki herkesin üstüne biraz değil epey bir koyması lazım Litvanya'yı devirmemiz için...

Vira Bismillah..


TeoRadyo.. Teoman Radyosu

Bilgisayarında Winamp yüklü Teoman severler, Teoman Radyosu burda..

Tıkla,dinle !

Umut Sarıkaya vs. Kıvanç Tatlıtuğ

Umut Sarıkaya bundan önceki hafta Uykusuz'daki yazısında Kıvanç Tatlıtuğ'a verdi veriştirdi.. Süper bir yazıydı. Ahanda aslı aşağıda. Okumak isteyen büyütür okur.

Kısa Bir Facebook İzlenimi

Son zamanların en popüleri,en gözdesi,en bitanesi Facebook.. Azıcık irdeleyeyim dedim.. Nedir,ne değildir diye...

Her gün sokakta,sınıfta,işte normal- günlük halleriyle gördüğümüz konuştuğumuz insanların süpersonik güzel ve yakışıklı fotoğraflarını görebildiğimiz bir ortam mesela.Sanki bilmiyoruz paspal gezdiğin,makyajsız takıldığın günleri.

Bunun yanı sıra aha ben bira içiyorum ortamım var, turist kızlarla takılıyorum, tatil yerlerinde fink atıyorum diye bağıran resimler de mevcut. Vesikalık fotoğraflardan hiç söz etmiyorum.

Arkadaşlarınızın IQ seviyesini ölçtüren muazzam bir yer ayrıca.Durup dururken 1.000.000 olmak isteyenler mi ararsın,adını Hitit alfabesiyle yazdıranları mı,amanın ben hangi parfümüm diye test çözenleri mi. Lütfen diyorum,rica ediyorum buradan.Yapmayın,etmeyin,eylemeyin.

Evet,evet unutmadık.İnternet ortamına ''slm,nbr,asl,do you sex ? '' yazan organizmaların yine kutsal alem Facebook'ta cirit attıklarını unutmadık.

Manchester United'lı Evra gibi 23 kardeşi olan insanlar tanıdık.. Dinlediği müzikler bölümüne Azer Bülbül ile Pentagram'ı yan yana koyanları hayretle izledik.Kafamız açılır diye ''super komik kesinlikle izleyin'' temalı videolar izledik O da kesmedi Farmville'de takıldık,ağzımızı burnumuzu kırdık çete savaşlarında.

Ne denli eksikleri olsa da,gereksiz gibi görünse, '' ay aman ben bir bakıp çıkıcam'' tripleriyle login olunsa da hayatımızın bir parçası artık o. Fazla kaptırmayın,uzak da kalmayın.Hadi öptüm.

Alpay Erdem Hesabı...

Nerede ramazan pidesiyle hamsi gıda eden insan var,  orada av sezonunu lanetleyen birisi var !

oooooooo şişşşştttt! birrr, ikiii, üçççç!!!!!


Bir Anda # 2


Bir fincan kahve insanın aklına neler getirebilir ? Kahvemi aldım yudumlarken farkına vardım keşke bir fincan kahve olabilseydim. İş stresinden uzak.

İkinci yudumu aldığımda bir şey daha farkettim. Belki bir fincan kahve olabilseydim insanlara huzurda verebilirdim, insanların ağızlarında bazen acı bazen şekerli bir tatda bırakailirdim yeri geldimi orta karar sevinçlerde yaşatabilirdim.

Sadece bir fincan kahve bunları düşündürdü bana bugun. Hafif gülümsetti birazda yüzümü buruşturdu fakat sadece bir fincan kahve 15 dakikada olsa içinde bulunduğum bu hayattan soyutladı beni.

Elvis: That's the Way It Is (DVDRIP) Belgesel + Türkçe Altyazı

1970 yılında Elvis Presley'in Las Vegas şehrinde verdiği muhteşem konserin ses ve görüntü kalitesi digital olarak yeniden düzenlenerek Elvis hayranlarına sunuldu. Orijinal versiyondan bazı farklarla ayrılan film, Vegas provaları ve konser görüntülerinden oluşuyor. Elvis’in sahnede arkadaşları ile şakalaştığı bölüm ise gerçekten izlenmeye değer. 1969 yılında sahnelere muhteşem bir dönüş yapan Elvis, 1970'de Las Vegas'ın turizm açısından en ölü sezonunda, kendi seyirci rekorunu kırdı. Elvis Presley’in bir çok hayranı tarafından en dinamik yılı olarak değerlendirilen 1970 senesine ait film Kral hayranlarını memnun edecek düzeyde.


altİndirmek için tıklayın

Brezilya 3 - 1 Arjantin




Dün gece oynanan maçta Brezilya,Arjantin' i 3-1 gibi net bir skorla devirerek Dünya Kupası Finalleri'ne gitmeye hak kazandı. Arjantin'in durumu ise diğer maçlara bağlı.

Ülkemizde top koşturan iki sambacı Elano ve Dos Santos maça ilk 11'de başladılar. Elano iki golün hazırlığını yaptı,özellikle duran toplardaki maharetini bir kez daha gösterdi. Dos Santos ise pek parlak bir görüntü çizmedi. Zaten kendi kanadında da onu pek zorlayan bir futbolcu olmadığından çok iş yapmadı.

Umarız Arjantin yanlış teknik direktör seçiminin kurbanı olmaz ve kendileri Dünya Kupası'ında seyrederiz.

İnsan Utançla Yaşıttır. 6-7 Eylül Olayları

Yakın tarihimizde önemli olaylardan biri 6-7 Eylül.

6 Eylül 1955 gecesi başlayan Türk demokrasi tarihine adını kara harflerle yazdıran bu olayda bir devletin kendi toprakları üzerinde yaşayan insanları nasıl din,dil,ırk,mezhep ayrımı gözetip birbirlerine kırdırdıkları ayan beyan ortaya çıkmıştır.


Halkı galeyana getirmek için Atatürk'ün Selanik'teki evine bomba koyduğu haberi çıkartılır. Bu haber üzerine deliren faşist milliyetçilerin ilk önce Rumlara daha sonra Ermeni,Yahudi gibi tüm gayrimüslimlere saldırması her nedense emniyet güçleri ve asker tarafından durdurulamaz ( bkz. 1993 sivas madımak ) ve durum artık yağmaya dönüşür. O gece tüm Beyoğlu hatta İstanbul'un ırzına geçilir. Yağmalanan dükkanlar,taşlanan evler,evlerinden zorla çıkartılan insanlar...

Geçmiş dönemden tanıdık olduğumuz bu örgütlü galeyanın bilançosu şöyledir :

3 ölu, 30 yarali, 73 kilise, 8 ayazma, 2 manastır, 1 fabrika, 3.584'ü rumlara ait olmak uzere, 5.538 ev ve dukkanin tahrip edilmesi.

Olayların sonrasında yaşananlar ise tam anlamıyla fiyaskodur,rezilliktir. O zaman iktidarda olan Adnan Menderes'in Demokrat Partisi 12 Eylül günü Meclis'e taşınan olaylarda komünistleri suçladı. Aralarında Aziz Nesin, Nihat Sargın, Kemal Tahir, Asım Bezirci, Hasan İzzettin Dinamo ve Hulusi Dosdoğru'nun bulunduğu yaşayan fişlenmiş komünistler ile ölmüş dört komünist hakkında dava açıldı. Ancak 1988-1990 yılları arasında MGK genel sekreterliği yapan Sabri Yirmibeşoğlu, 2001 yılında Aksiyon dergisi'ne verdiği röportajda 6-7 Eylül olayları hakkında şu demeci vermiştir."6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı."



Bu topraklar üzerinde yaşama hakkınız olması için insan olmanızın yetmediğini gözler önüne sere, Türk ve Müslüman olmayan kişilerin devletin resmi kurumlarıyla,emniyetiyle,askeriyle,MİTiyle,basınıyla hep beraber Türkiye toprakları üzerinde nasıl bir muameleye maruz kaldığını gösteren kara günlerin yıldönümü bugün.





Kahvemi aldım bilgisayarımı açtım bugün bloga ne yazsam diye düşünürken öncelikle bir şarkı açıyımda kendime geliyim aklıma gelir muhakkak birşeyler dedim. Neyseki dinlediğim şarkı beni kendime getirtdi; Jale- üzgünüm. Hatırlayanlar muhakkak vardır bu şarkıyı, özellikle 90'lı yılların ortalarını net bir şekilde yaşayanlar bilir.

Şimdi nerededir Jale ne yapar bilemiyoruz bilenler varsa lutfen yazsın bizlerde aydınlanalım. Fakat bildiğimiz bir şey var artık günümüzde albumler üzerinde bukadar çalışılmıyor, bu kadar emek verilmiyor. Bir günde, iki günde yeni yeni starlar(!) türüyor yada türetiliyor. iki üç günde herşeyin tüketildiği türkiyemizde maalesef Jale de tüketilmiş ve kaybolmuştur, sadece duyduğumuzda Jale'yi yüzümüze hafif bir gülümseme geliyor ve acaba şimdi nerededir diyoruz ve 4 dakika 46 saniye sonra normal hayatımıza devam ediyoruz.

http://fizy.com/s/102vvw Buradan Jalenin üzgünüm şarkısını dinleyebilirsiniz.

4 Eylül 2009 Cuma

Bir Anda #1


Nerede klozete oturmadan önce, klozet kapağının üzerini tuvalet kağıdı ile kaplayan bir insan var, orada Dünyanın en temiz en cici insanı var. 


Buda öyle bir anda geldi aklıma yazıyım dedim. Nerede mi geldi aklıma ? Söylememe gerek yok anladınız siz zaten .

3 Eylül 2009 Perşembe

Fransa'da "Türk Mevsimi"


Türkiye ve Fransa’nın Dışişleri ve Kültür Bakanlıkları'nın himayesinde İKSV ve Cultures France’ın işbirliğiyle gerçekleştirilen "Fransa’da Türkiye Mevsimi" kapsamında, dünyanın en önemli fotoğraf kurumlarından biri olan Maison Européenne de la Photographie, fotoğraf sanatçısı Ara Güler onuruna kapsamlı bir retrospektif sergi düzenliyor. Serginin açılış töreninde ise sanatçıya Paris Belediye Başkanı Bertrand Delanoë tarafından "Vermeil Madalyası" sunulacak.

Ara Güler’in 9 Eylül Çarşamba günü açılacak "1950'li ve 1960'lı yıllarda İstanbul Fotoğrafları" (Photographies d'Istanbul des années 1950/1960) başlıklı retrospektif sergisi 11 Ekim tarihine kadar gezilebilecek. Serginin 8 Eylül Salı akşamı düzenlenecek Açılış Töreni’nde Ara Güler için özel olarak hazırlanan kataloğun tanıtımının ardından sanatçıya Paris Belediye Başkanı Bertrand Delanoë tarafından "Vermeil Madalyası" verilecek.

"Fransa'da Türkiye Mevsimi" Eylül ayı boyunca Fransa'nın çeşitli şehirlerinde yapılacak etkinliklerle devam edecek. 10-19 Eylül tarihlerinde İslam Kültürleri Enstitüsü’nde düzenlenecek özel Ramazan programında yer alacak çeşitli etkinliklerde 10 gün boyunca birçok Türk sanatçısı Parislilerle buluşacak. İslam Kültürleri Enstitüsü'nde 10 Eylül Perşembe günü başlayacak program, Baba Zula'nın konseri ve Semaver Kumpanya’nın gösterisiyle açılacak. Özel Ramazan programı, 19 Eylül’de Chatelet Tiyatrosu’nda, aralarında İlhan Erşahin, Arto Tunçboyacıyan ve Sezen Aksu’nun da yer aldığı birçok sanatçının sahneye çıkacağı özel bir konserle sona erecek.

Ekim ayında Paris’in ünlü Odéon Tiyatrosu'nda düzenlenecek edebiyat buluşmasının onur konuğu olan Orhan Pamuk’a da "Vermeil Madalyası" sunulacak. "Fransa’da Türk Mevsimi" Paris'in ünlü sergi mekânı Grand Palais'de "Fransa’da Türkiye Mevsimi" Sergiler Yönetmeni, Sabancı Müzesi Müdürü Dr. Nazan Ölçer koordinasyonunda düzenlenecek olan "Bizans'tan İstanbul'a: İki Kıtanın Limanı" başlıklı bir sergiyle devam edecek. 8 Ekim'de her iki ülkenin cumhurbaşkanlarının katılımıyla açılacak sergi, İstanbul’un tarih öncesi çağlardan günümüze uzanan tarih ve kültürünü ele alacak.


Fransa’da Türkiye Mevsimi çağdaş ve klasik müzik, sahne sanatları, edebiyat, güncel sanat, sinema, tiyatro, dans, gastronomi, spor eğitim, tasarım ve moda gibi farklı disiplinlerdeki etkinliklerle 31 Mart 2010'a dek sürecek.


                                                                                                                              cumhuriyet.com

2 Eylül 2009 Çarşamba

Düşmanlık!

Siyasette milliyetçilikden kötüsü ne olabilir diye düşünüyorum. Bu kadar fanatikçe kendisinden olmayan milletlere duşmanlık olamaz. Faşizmin alkışlandığı ülkelerden bir taneside herhalde bizim ülkemizdir. Bir ülke düşünün ki faşizmi kendine felsefe edinmiş bir siyasi parti yuzde 20'ye yakın oy alsın. Bütün dünyanın lanetlediği faşizme kucak açmışız resmen. Birde bu partiyi destekleyenler biz Osmanlı torunlarıyız derler Osmanlıyla övünürler fakat Osmanlıdaki develet adamlarının ya da Osmanlıdaki yönetim anlayışının yanından geçemezler. Çünkü torunlarıyız dedikleri Osmanlı 600'ü aşkın sene onların şu anda düşman belledikleri Ermenilerle, Rumlarla, Yahudilerle, Kürtlerle bir arada yaşamış ve Osmanlı Devleti olmuştur. Bundan bahsetmezler bile. İşlerine gelmez, düşman bellemişlerdir bir kere.



Gel gelelim şu açılım furyasının dolandığı şu dönemde herşey olumlu gidiyorken bir faşizm furyası daha hortladı, yazık. Türkler; Ermenilere, Kürtlere düşmanlaştı iyicene. Ermeni muhalifler de Türklere ve Ermeni iktidar partisine. İşin ilginç tarafı Ermeni ve Türk cephesinde. Ermeni muhalif partisi ikdidar partisini suçlayarak " Bunlar bize soykırımı unutturmaya çalışıyor" derken. Türk tarafında ise mahalifler "Sözde soykrımı kabul ettiricekler bize, sonra da tazminat istiyecekler, toprak istiyecekler" diye iktidardaki partilere yükleniyorlar. Çok komik deyilmi. Bir çıkmaz var ama hani çözülemicek gibide deyil. Çok basit bir çıkmaz aşırı milliyetcilik ve fanatikçe bir düşmanlık. Bu kadar basit.



Duşmanlığın ırkçılığın alemi yok. Ermeni milliyetçiliği, Türk milliyetciliğini hortlatır. Türk milliyetçiliğide Ermeni milliyetçiliğini hortlatır. Çok basit bir denklem. En güzeli bizler bir arada yaşamı savunalım. Kardeşce yaşayalım. Bizler birbirimizi yerken başkaları bizleri izleyip keyif yapıyor. Asıl duşmanlar onlar uyanamadı bir millet!

1 Eylül 2009 Salı

սարի կեալին ya da Sarı Gelin Ne Farkeder...


Ambela para para
neynim aman, neynim aman, sarı gyalin
yes im siradzin çara
akh, merit merni, sarı gyalin
sarı gyalin, sarı gyalin
dardod yarim

Gaynel es gat gı nımanis
neynim aman, neynim aman, sarı gyalin
patsvel es vart gı nımanis
akh, merit merni, sari gyalin
sarı gyali, sarı gyalin
dardod yarim.

Ve Türkçesi...

erzurum çarşı pazar leylim aman
içinde bir kız gezer oy nenen ölsün
sarı gelin aman
elinde divit kalem leylim aman
dertlere derman yazar oy nenen
ölsün sarı gelin

erzurumda bir kuş var leylim aman
kanadında gümüş var oy nenen ölsün sarı gelin
yarim gitti gelmedi leylim aman
elbet bunda bir iş var oy nenen ölsün sarı gelin.


Fazla söze gerek yok...